Eski Türk Hikayelerinden Derlemeler

Tevetoğlu Böyle Konuşur

AP Samsun Senatörü Fethi Tevetoğlu Çorum kongresine davet edilmişti. Tevetoğlu günlerden beri kongre kongre dolaşıyor ve hiç durmadan konuşuyordu. Çorum’da da kürsüye çıktı. Önce sağ kolunu dimdik ileri uzatıp dinleyicileri selamladı. AP liIer bu maruf senatörlerinin ne diyeceğini merak ediyorlardı. Tevetoğlu “Aziz Çorumlular!” diyerek söze başladı. Sonra birkaç saniye durdu, gözlerini kendisini dinlemeye hazırlanan kalabalığın üzerinde gezdirdi ve devam etti : “Sözlerime başlamadan size niçin ‘Aziz Çorumlular dediğimi izah edeyim!”

Konuşmasının başında cafcaflı birkaç laf ederek alkış toplamak istiyordu. “Siz azizsiniz, çünki” Dinleyenler merakla gözlerini dört açmış, lafın sonunu bekliyorlardı. “Siz azizsiniz çünkü, aziz olan ekmek Çorum’da yapılır!” Tevetoğlu birkaç alkış bekledi. Ne gezer! Siz azizsiniz çünkü, aziz camiler Çorum’da vardır!”

Hayret, yine alkış yok! Siz azizsiniz çünkü, aziz olan minareler Çorum’da yükselir!” AP’liler pür dikkat senatörlerini dinliyorlardı. Ne alkış, ne ses, ne de nefes!.. Tevetoğlu hırsından dudaklarını ısırdı. Nereden girmişti bu laf çıkmazına! Ama başaracaktı. Sağ yumruğunu sıktı, sesini ayarladı ve başladı:

Aziz Çorumlular! Siz azizsiniz! Çünkü Samsun’da denize iki beton kol uzanır. O kolların içindeki taşları birbirine tutturan, yapıştıran çimento Çorum’dan çıkar. Bu çimento azizdir! Siz de çimento gibi azizsiniz!” Salonda bir alkış yükseldi.

Tevetoğlu hızlandı : “Çimento gibi aziz hemşerilerim! Sağ olun, var olun Mübarek çimentonun çıktığı Çorum’un aziz sakinleri! İşte si; bundan dolayı azizsiniz! Siz bin yaşayın! Kahrolsun komünistler!..” Bütün salon ayağa kalkmış, Tevetoğlu’nu çılgınca alkışlıyordu.

Gökay Halı Altında Ne Arıyordu?

Yüksek Planlama Kurulu toplantılarından birinde, İmar ve İskân Bakanı Fahrettin Kerim Gökay salona telaşla girdi, çantasını masaya koydu, önce dolapları aradı, sonra eğildi masanın altına baktı. Bütün Bakanlar Gökay’ı hayretle takip ediyor, içlerinden “Dur bakalım ne olacak” diyorlardı. Gökay yerdeki halıyı da eliyle kaldırıp altını dikkatle inceleyince Sanayi Bakanı Fethi Çelikbaş dayanamayıp sordu : “Ne arıyorsun Allah aşkına?” Gökay cevap verdi : “Gazeteci!”

Norstad Yetişecek İnönü Bekleyecek

İnönü ve Norstad… İkisi de asker… Biri dün 79 yaşının ilk günü yaşadı, diğeri dün Türklere veda etmek için Türkiye’ye geldi. Bu, onun Türkiye’ye ikinci gelişi. Norstad Ankara’ya ilk gelişinde İnönü ile tanışmış ve Paris’e döndüğü zaman, “O günü asla unutamayacağım.” diyerek bir gazeteciye şunları söylemişti.

“O gece saat 22.30’a kadar süren bir yemek vardı. Ben işlerimin ve yolculuğun tesiri ile kendimi yorgun hissediyordum. Onu da yorgun görseydim hiç şaşmayacaktım. Çünkü sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar ağır bir mesai yaptığını biliyordum. Fakat o hiç yorgun gözükmüyordu. Konuşma sırasında yaşından bahsetti. Ona müsterih olmasını, kendisine yetişeceğimi söyledim. Güldü ve hemen cevap verdi ; ‘Sizi bekleyeceğim!’

Tarihte Duymadığınız İlginç Hikayeler

Öğretmeni Berberde Tıraş Ettiler…

Bu yazıya   “Kadirli’den sevgilerle” diye başlayacağız ve öyle bitireceğiz “Kadirli’den sevgilerle!” diyerek…

Öğretmen bu yıl Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirmiş ve Kadiri ’ye atanmıştı. Genç olmasına genç, ülkücü olmasına ülkücü, Atatürkçü olmasına Atatürkçüydü. Ve bütün bunlar devri demokrasinin ne büyük günahıydı! Mimlenmişti öğretmen. Kırıkhan’da adam öldüren, İslahiye’de avukat yaralayan, şurada burada yol kesip “ “Huzur planını” uygulayanlar tarafından mimlenmişti. Yaman adamlardı huzur planı’nın uygulayıcıları. Saç keser, favori kazırlardı. Kulaklarına fısıldanmış, kafalarınag yazılmıştı: “Gomonist dediğin saçından ve de favorisinden belli olur. Kestin mi saçını, yoldun mu favorisini cascavlak kalırlar ortada! ”

Mimli öğretmen de akşam lokantada yemek yiyordu. Ne karşı masada palabıyıklı vatandaşların kafasından geçenlerden, ne de lokantanın dışında tezgâhlanan oyunlardan haberi yoktu. Arkadaşıyla birlikte yemeğini yedi, hesabını ödedi ve tam dışarı çıkarken yolu kesildi. Yol kesenler lafı uzatmadan konuya girdiler:” Senin saçını ve favorilerini keseceğiz.” öğretmen önce şaşırdı, sonra durumun ne durum olduğunu hemen anladı ve anlamamazlığa geldi:

“Siz kimsiniz acaba? Berber misiniz?””Ne berberi lan! Ben falanım. Tanımıyon mu? Saçlılara, favorililere, mimlilere, maksililere harp ilan ettim. Elimde liste var, bugün sıra sende!” öğretmen yine aşağıdan aldı : “Saçlarımı ve favorilerimi yarın ben kestirsem olmaz mı?”

Olmazdı! Kanun yürürlüğe girmişti. Sıra ona gelmişti. Bir-den öğretmenin etrafını sardılar ve yaka paça berbere götürdüler. Berber usturasını bilemiş, makinesini temizlemiş müşterisini bekliyordu. Öğretmeni pencere yanındaki koltuğa oturttu ve tarif üzerine bir güzel tıraş etti. Dışarıda toplananlar insanlık onurunu yücelten bu sahnenin bedava şakşakçılarıydılar. Öğretmen kazınırken güruhun başı “Sana bunca haber yolladım” diyordu, “Kessin saçlarını ve de favorilerini, diye. Dinlemedin. Benim forsumu kırdın… Gör bakalım şimdi ben ne yaparım adama!” Öğretmen adamın ne yaptığını önündeki aynadan görmüştü. Tıraş bitti. Kahraman dışardakilere sırıtarak baktı ve öğretmene sordu: “Kahveni nasıl içersin? “İçmemi!  “O halde rakı içelim.” “Onu da İçmem!” “Öyleyse şehadet getir.” Öğretmen istenileni yapar. Saç kesici kahraman sokaktakilere döndü : “Dindaşlarım, işimiz bitti, dağılalım.” Ve dağılırlar. Ne demiştik? Yazıyı “Kadirli’den sevgilerle!” diye bitirecektik. Öyle bitiriyoruz : Kaymakam Mehmet Çan’ı ve de Topaloğlu’nu anarak!

Şirketin Sahibi Bakanları Soruyordu

Hükümet programının okunmasından bir gün sonra gazetemizin santralına bir telefon geldi. Kendisini «Bir okuyucu!” olarak tanıtan kişi, “iBir konu hakkında bilgi almak” istiyordu. Santral, “Bir okuyucuyu” istihbarata bağladı. Telefona arkadaşlarımızdan özer Oral çıktı. “Bir okuyucu” bu defa kimliğini söyledikten sonra şöyle devam etti:

“Ben şirketinin muhasebecisiyim. Şirketimizin yetkilileri yeni bakanları tanımak istiyorlar. Düşündük. Gazetecilerin kulağı deliktir, dedik. Acaba size gelsem, yeni bakanlar hakkında bana bilgi verir misiniz? Yazmadıklarınızı söyler misiniz?”özer Oral ağzı çok laf yapan adamın dediklerinden bir şey anlamamıştı. Daha doğrusu anlar gibi olmuştu da biraz deşmek istedi

Anlayamadım, nasıl bilgi istiyorsunuz?” “Yani, şey, bakanlarımızın görüşleri nedir?” “Hangi görüşleri?”“Siyasi, iktisadi görüşleri…” “Hükümet programı bütün bakanların görüşlerini kapsar. Başka neyi öğrenmek istiyorsunuz?”

“Evet, hükümet programını okuduk. Fakat programda ana-hatları var. Daha teferruatlı bilgi istiyorduk. Siz bakanları yakından tanırsınız, ne yapmak isterler, belirli konularda ne düşünürler, merakları nedir?” Gazetelerin çoğunda bakanlar hakkında yazı çıktı. Hayat hikâyeleri, eşlerinin anlattıkları… Onları okursanız istediklerinizi öğrenirsiniz sanırım.” “Evet, onları da okuduk. Fakat bizim şirketin sahipleri daha özel bilgiler öğrenmek istiyorlar. Onun için size başvurduk”

Adam baklayı ağzından çıkarmaya başlamıştı. Özer Oral da pas verdi:  Ha anladım! Siz dostluklardan yararlanıp bakanların özel hayatlarını öğrenmek istiyorsunuz.” “Evet efendim, çok iyi bildiniz, işte onları öğrenmek istiyoruz. Bir randevu verseniz çok iyi olacak. Bakanlardan çoğunu herhalde tanıyorsunuz. Bu bizim için çok önemli” “Bakanları tanıyıp tanımamamız önemli değil, önemli olan sizin bu teklifiniz. Şirketin sahibine selam söyleyin. Yanlış kapı çaldınız. Haydi güle güle!” Kudretlinin çevresine ağ örmek, kudretliye çengel atmak… Çirkin politikacının alışıp sürdürdüğü bir taktikti… O zavallı da, bu taktiği en aptalca uygulamaya çalışıyordu…

Bakkal Dükkânında Olup Bitenler…

Kadın yanında çocuğu bakkaldan alışveriş ediyordu. Dükkânda yaşlı bir adam vardı. O sırada dükkâna yoksul bir çocuk girdi. Elindeki parayı bakkala uzattı:

Bana bir liralık yağ ver! Bir liralık yağla annesi yemek pişirecekti. Kadının çocuğu çikolata istedi: Anne bana çikolata atsana!” Bir liralık yağ isteyen çocuk, aynı yıl doğan akranının elindeki çikolataya çocukluğunun bütün kıskançlığıyla baktı. Kadın çocuğun bakışındaki keskinlikten ürperdi. Bakkala fısıldadı : Ona da bir çikolata veri Çocuk bakkalın eline sıkıştırdığı çikolataya bir garip baktı. Aldı ve çıktı. Yaşlı adam bakkala döndü: İşte bunlar cennetlik!”

İhtiyarın cennetlik dediği kadın karşılık verdi: Olur mu dede” biz cennetlik olur muyuz? Baksana başımız açık!” Yaşlı adam, “Sizin başınızı Atatürk açtı” dedi. “Ben gençtim, Of’ta bir gelin gördüm, başı açıktı. Allah Mustafa Kemal  den razı olsun, diyordu. Ben de eve gidip hem karımın, hem de gelinimin başını açtım. İkisi de Mustafa Kemal Paşa’ya dua ettiler. Sizin başınızı Atatürk açtı. Cennetlik olmanın baş açıp, kapamakla bir ilişiği yoktur. Bir sübyanı sevindirmenin sevabı sana yeter kızım.”

Kaybolan Çocuk

Görele’nin pazarı salı günüdür. Köylü sabahtan akın eder kasabaya. Yağıyla, sütüyle, lahanasıyla, bir de çocuklarıyla. Bir mahşer olur ki tüm Anadolu kasabaları gibi. O salı da öyleydi. Birden meydandaki elektrik direğine asılı belediye hoparlörü konuşmaya başladı : Bir erkek çocuk bulunmuştur. Anasının veya babasının belediyeye gelmesi duyurulur.” Genç bir karı koca kalabalığı yarıp elektrik direğinin dibine koştular. Sonra da oradakilere döndüler :

Bizim çocuk kayboldu, şimdi adamın biri burada bağırıp duruyordu, bizim çocuğu bulmuş!”

 

Olaylar Olaylar

Yaslı Kadın Ve Cumhuriyet Bayramı

Devrek mahkemesi başkâtibinin odasına, elinde dilekçe ile yaşlı bir kadın girdi. Oda doluydu. Vatandaşın biri girip, biri çıkıyordu. Yaşlı kadın köylüydü, korkaktı, ürkekti, elbisesi yamalıydı, çekiniyordu, devlet kapısına işi düşmüştü, kim bilir başına ne haller gelecekti! Hep öyle duymuş, hep öyle işitmiş, çok kere de öyle görmüştü. Ya «Bugün git, yarın gel» denecek, ya da terslenip tersyüz edilecekti.

Baş katibe dilekçesini uzatırken elleri titriyordu. “Arzuhalciye onca yalvarmış, onca yakarmış, “Gözünün yağını yiyem” demişti. “Şöyle guvvetli bir arzuhal yaz da, işim ola!» Arzuhalci             “guvvetli” yazdığını söylemişti ama, bakalım başkâtip ne diyecekti? Başkâtip dilekçeyi aldı, kalın bir deftere kaydını yaptı, okudu, mühürledi, bir şeyler yazıp çizip hesapladı ve sonra «İki lira vereceksin teyze» dedi. Yaşlı kadın boğum boğum olmuş kesesini koynundan çıkardı, düğümü çözdü, içinden iki liracığım çıkarıp başkâtibe uzattı. Başkâtip parayı aldıktan sonra “Tamam teyze!” dedi. “Biz sana davetiye yollarız!” Kadıncağız inanamadı. İşi bitmişti ha! Hiç devlet kapısında iş bu kadar çabuk biter miydi? Bir bityeniği vardı bu işte! Utana, sıkıla, çekine sordu : “Oğlum, essahtan mı benim işim bitti?” “Bitti teyze.” “Başka bir yere gitmeyecek miyim?” “Gitmeyeceksin teyze.” “Oğlum ayağının kurbanı olayım, doğru söyle, beni uğraştırma”

Başkâtip ciddi ve biraz da kızgın teminat verdi ; “Tamam teyzeciğim, tamam! Merak etme, işin tamam. Ama müsaade et de şunları bitireyim, bak masanın üzerinde evrak dolu” Yaşlı kadın o zaman işinin olduğuna inandı, heyecanlandı, sevindi, bir şeyler söylemek geldi içinden ve birden bağırdı: “Yaşasın Cumhuriyet Bayramı!” “Ertesi gün Cumhuriyet Bayramıydı ve ilkokula giden torunu günlerdir bu şiiri ezberliyordu.

En Akıllısı Deli Memet, O Da…

Deli Memet’i tanır mısınız? Tanımaya değer bir adamdır Deli Memet. öyle hikayeleri vardır kİ Deli Memet’in arada sırada size anlatacağız. Deli Memet köy yerinde yarenlik ediyormuş. Birden karşıdaki lahana tarlasına bir dana girmiş. Tarlanın sahibi davranıp, koşmak isterken Deli Memet fırlamış yerinden: “Dur ağa. Ben şimdi kovalarım o danayı! Ve dalmış tarlanın içine. Ama ne dalış. Dana bir yanda, Deli Memet bir yanda ve en güzel lahanalar bir yanda. Lahana tarlasına kırk dana girse böyle olmazmış. Tarla sahibinin oğlu bakmış iş kötü o da başlamış tarlaya koşmaya. Arkasından da babası bağırırmış: Lan oğlum önce şu Deli Memet’i çıkar tarladan, vazgeçtim danadan!»

Deli Memet, köyden kasabaya gidecek. Yolun kenarına çıkıp kamyon beklemeye başlamış. Bir kamyon gözükmüş uzaktan. Deli Memet el edip kamyonu durdurmuş, atlamış içine… O havalide Deli Memet’i tanımayan yok. Şoför «Lan Deli Memet” demiş “‘Doğru dürüst dur, başıma iş çıkarma!” Ama Deli Memet bu, hiç durur mu? Kamyon rampa aşağı kayıp giderken rüzgârdan başındaki kasket uçmuş. Deli Memet de şapkasının ardından cup diye kendisini yere atmış. Kamyon şoförü basıp frene durmuş ve inip Deli Memet’in yanına koşmuş:  Lan deli, ne demeye kalkıp kendini atarsın aşağı?»” “Kasketim uçtu” Lan kasketin mi kıymetli canın mı?” “Elbette canım kıymetli.” “O halde ne bok yemeye atlıyorsun?” “İyi emme kasketimin içine beş kağıt saklamıştım!”Deli Memet bu işte! Ne demişler? “En akıllısı Deli Memet” demişler. “O da kazığa bağlı!”

 Düşmeye Göresin Bir Kere Demişler

Bir, “Hain-i vatan” diye yazıp, ilan etmedikleri kaldı. Ne faşistlikleri, ne solculukları ve ne de düşen maskeleri… Hepsi bir bir sıralandı. “12 Mart”ın kuyruk acısı, 11 Nisandan çıkarılıyordu. Düşmeye göresin, demişlerdi… Boşa söylenmemişti bu laf. İşte aynıyla vaki. Düne kadar önlerinde elpençe divan duranların, yarın neler yapacaklarını da göreceksiniz. Bitmeyen bir oyundur bu.Bekleyin. 11 adamdılar, adam. Hatalarıyla, yanlışlarıyla, sevaplarıyla ve de inançlarıyla on bir adam. Kulun hatadan münezzeh olduğu görülmüş müydü? Onların da elbet hataları vardı. Ama namusları, şerefleri ve haysiyetleri dimdik ayaktaydı. Bildikleri çok şey vardı bilmedikleri tek şey: Politika! Politikayı bilmiyorlardı. Bu yüzden ters düşüyorlardı.

Politikanın alfabesi, karşılıklı taviz vermeyle başlardı. Politikanın belirli kuralları vardı. Bu kuralların doğruluğu, yanlışlığı tartışılabilirdi. Ama politika yapınca, bu kurallara uymak gerekti. Fakat onların ne bu kuralları öğrenmeye niyetleri vardı, ne de hevesleri’.

Önce, “Sen bana bir kere gel, ben sana yirmi kere giderim» sözünü yadırgadılar. Oysa bunun yadırganacak yanı yoktu. Erim, politikayı biliyordu. Politikacıyı tanıyordu ve oyunun adı: P0litika’ydı. Futbol, futbolun kuralıyla, basketbol basketbolun kuralıyla oynanırdı. Politika da politikanın kuralıyla… Bu kuralı bilmedin mi, ters düşerdin… “11’ler” de ters düştüler. Aslında en büyük hataları, oyunun kuralının sonucunu işin başında görememeleriydi.

Devirler ışık gibi akıp gider, günler ses gibi gelip geçer, ama bir Karaosmanoğlu, bir Koçaş, bir Özgüneş, bir Çilingiroğlu, bir Olcay, bir Babüroğlu, bir Akyol, bir Derbil, bir Orel, bir Sav, bir Ömeroğlu unutulamaz… Hatalarıyla, sevaplarıyla ve inançlarıyla…

Geçmiş devirde vali bir köye gitmiş. Muhtarı çağırmış, “Bu köyü ağaçlandıracağız” demiş. “Hadi bakalım sıvayın kollarınızı, fidan dikin!” Akşama kadar köy arazisine yüzlerce fidan dikilmiş. Vali ayrılırken muhtara sıkı sıkı tembih etmiş :  “Gelecek yıl geldiğim zaman bu fidanları yeşermiş göreceğim.” Vali ertesi yıl köye gitmiş. Bakmış ki arazide fidan filan yok. Kızmış, muhtara haber salmış: “Bütün köylüyü toplasın, buraya gelsin!” Biraz sonra başta muhtar, bütün köylü çoluk çocuk çıkagelmiş. Vali hepsini azarlamış: “Ben size ne dedim? Hani fidanlar? Sizde hiç Allah korkusu, vicdan yok mu? Ne yaptınız fidanları? “

Muhtar boynunu büküp, çocukları göstermiş: Kusura bakma vali bey, bizim diktiklerimiz tutmuyor da, şey ettiklerimiz tutuyor. Biz de anlayamadık bu işi!